28 Ekim 2007 Pazar

HAZRET-İ MEVLÂNÂ İLE ŞEMS HAKKINDA


Mevlânâ,Şems ile Konya'da buluştuğu zaman tamamıyle kemale ermiş bir şahsiyetti.Şems,Mevl^nâ'ya ayna oldu.Mevlânâ,Şems'in aynasında gördüğü kendi eşssiz güzelline hayran oldu.Diğer bir ifadeyle Mevlânâ,gönlündeki Allah aşkını Şems'te yaşattı.Mevlânâ'nın Şems'e olan sevgisi,Allah'a olan aşkının ölçüsüdür.Çünkü Mevlânâ,Şems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.Mevl'anâ açılmak üzere olan bir güldü.Şems ona bir nesim oldu.Mevlânâ bir aşk şarabı idi,Şems ona kadeh oldu.Mevlânâ zaten büyüktü,Şems onda bir gidiş,bir neşve değişikliği yaptı.Mevlânâ ile Şems üzerine söz tükenmez.Son söz olarak şöyle söyleyelim,Şems Mevlânâ'yı ateşledi,ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki,alevleri içinde kendi de yandı.

_____________________________________________________

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ'NİN KONYA'DAN AYRILIŞI


Şems ile buluşan Mevlânâ,artık vartini Şems'in sohpetlerine hasretmiş,Şems'in nurlarına gömülüp gitmiş,artık bambaşka bir aleme girmişti.Şems'in cazibesinden yana yana dönüyor,ilahi aşkla kendinden geçercesine Sema ediyordu.Bu iki dostun sohpetlerindeki mukaddes sırrı idraktan aciz olanlar,ileri geri konuşmaya başladılar.Neticede Şems,incindi ve Mevlânâ'nın yalvarmalarına rağmen Konya'dan şama gitti.(14 mart 1246 perşembe)

______________________________________________________

HAZRETİ ŞEMS'İN KONYA'YA DÖNÜŞÜ


Şems'in ayrılığından derin bir ızdıraba düşen Mevlânâ,manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu,Sultan Veled'in başkanlığını yaptığı bir kafileyle Şam'a,Şems'e gönderdi.Sultan Veled kafilesiyle Şam'a vardı,Şems'i buldu ve babasının davet mektubunu,hediyelerle birlikte saygıyla Şems'e sundu.Şems,''Muhammedi tavırlı ve ahlaklı Mevlânâ'nın aezusu kafidir.Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkabilir''diyerek,Mevlânâ'nın davetine icabet etti ve 1247'de Sultan Veled'in kafilesiyle,Konya'ya döndü.

_____________________________________________________

HAZRETİ ŞEMS'İN KAYBOLUŞU


Şems'in Konya'ya gelişine herkez sevindi.Mevlânâ'da hasretin sıkıntılarından kurtuldu.Artık Şemsin şerefine ziyafetler verildi,sema meclisleri tertip edildi.Fakat huzurla,muhabbetle,dostluk içinde süren günler pek fazla sürmedi,dedikodular ve can sıkısı durumlar yeniden başladı.Şems, o dedikoducu topluluğun yine kinle dolduğunu,gönüllerinden sevginin uçup gittiğini,akıllarının nefislerine esir olduğunu anladı ve kendisini ortadan kaldırmaya çaşıltıklarını bildi,Sultan Veled'e dediki:Gördün ya azgınlıkta yine birleştiler.Doğru yolu göstermekte,bilginlikte eşi olmayan Mevlânâ'nın huzurundan beni ayırmak,uzaklaştırmak,sonra da sevinmek istiyorlar.Bu sefer öylesine gideceğim ki hiç kimse benim nerede olduğumu bilmeyecek.Aramaktan herkez acze düşecek,kimse benden bir nişan bile bulamayacak.Böylece bir çok yıllar geçecek de kimse benim izimi tozumu göremeyecek.''İşte Sultan Veled'e böyle yakınan Şems,1247-1248 tarihinde Konya'dan aniden gidip kayboldu.Şems'in kaybolmasından sonra Mevlânâ herkezden onun haberini soruyordu.kim onun hakkında aslı esası olamayan bir haber bile verse ve Şems'i falan yerde gördüm dese bir müjde için sarığını ve hırkasını vererek şükranelerde bulunuyordu.Bir gün bir adam,Şems'i Şam'da gördüm diye bir haber verdi.Mevlânâ buna tarif edilemeyecek şekilde sevindi ve o adama üstünde nesi varsa bağışladı.Dostlarından birisi,bu haber yalandır,o Şems'i görmemiştir dediğinde Mevlânâ şu cevabı vermiştir.''Evet onun verdiği bu yalan haber üzerine üzerimde ne varsa verdim.Eğer,doğru haber verseydi,canımı bile verirdim.''

________________________________________________________

HAZRET-İ MEVLANA'NIN ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİ ARAMAK İÇİN ŞAM'A GİDİŞİ


Mevlana,Şems'i çok aradı,onun ayrılığı gönülleri yakan,sızlatan nice şiirler söyledi.Onu aramak için iki kere Şam'a gitti.Yine Şems'i bulamadı.Bu iki son seyehatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte,büyük bir ihtimalle 1248-1250 yılları arasında olduğu söylenebilir.Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana,Şam'da sret bakımından Tebrizli Şems'i bulamadı ama,mana yönünden onu,kendisinde buldu.Ay gibi kendi varlığında beliren Şems'i,kendi gördü ve dediki:''Beden bakımından ondan ayrıyım ama,bedensiz ve cansız her ikimizde bir nuruz.Ey arayan kişi!İster onu gör,ister beni.O'yum O'da ben.''


(Karınca kitap evinin,türk klasikleri/öykü başlığı adı altında yayımlanan Mesneviden Seçmeler isimli kitabından alıntıdır.)

22 Ekim 2007 Pazartesi

MEVLÂNÂ'NIN ŞEMŞ-İ TEBRİZÎ İLE KARŞILAŞMASI

Mevlânâ'nın Şems-i Tbrizî ile karşılaşmasıhayatının bir dönüm noktası olmuştur.Mevlânâ'nın yaşamını birden değiştiren ona,coşkun ve taşkın bir ruh hali aşılayan bu adam yani Şems kimdi?
Mevlânâ'nın kişiliğini ve düşüncelerini anlayabilmekiçin,üzerinde büyük etkiler yapmış olan Şems-i Tebrizî'den ve ona Mevlânâ ile buluşmalarından söz etmek gerekir.Çünkü bu ablatılmadığı takdirde Mevlânâ üzerine söylenenler eksik kalır.
Mevlânâ2nın normal yaşamını birden değiştren,ona coşkulu ve kabına sığmaz bir ruh hali aşılayan Şems-i Tebriî,çok keskin görüşlü,zeki bir bilgin ve bir hakikakat aşığı,mürşitlik mertebesine erişmiş ârif bir yol göstericidir.Dilimizede çevrilen Mkâlat(konuşmalar)adlı eserinde şunları söylüyor:
''Allah2a yalvardım, Ya Rabbi beni kendi velililerinle tanıştır,onlara yoldaş et dedim.Rüyamda ''seni bir veliye yoldaş edelim''dediler.''O veli nerededir''diye sordum.Ertesi gece bu velinin Rum diyarında (Anadolu'da)olduğunu söylediler.''
Bu olay Ariflerin Menkıbeleri'nde de anlatılmaktadır.
Buna göre Şems:''Ey Allahım, kendi örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum''diye dua etti.Allah tarafında:''İstediğin gibi herkezin gözünden saklı,güzel ve mağfirete nail olmuş can,Belh'li Sultanül-Ulema Bahâ Veled'in oğludur'',diye cevap geldi.Bunun üzerine Şems:''Ey Allahım!Onun mübarek yüzünü bana göster''dedi.Allah tarafından:''Bunun şükranesi olarak ne verirsin?diye sordu.O da:''Başımı''diyerek cevap verdi.Şu şiir bu duyguyu çok güzel anlatmaktadır:

''TEBRİZ'DE,Şemseddin geldiği vakit,bunun şükranesi olarak başımı vereceğim diye ahdettim.Çünkü başımdan başka bir şeyim yoktur.''
Şems-i Tebrizî'nin Konya'ya gelişi Mvlânâ ile karşılaşmasını bir çok kaynaklar aynı,fakat değişik dekorlar içinde sunmaktadırlar.
Bu karşılaşmayı Molla Cami Nefahütü'l-Üns adlı eserinde anlattığı gibi,Eflâkî de yukarıda adı geçen eserde anlatıyor.Bu eserden öğrendiğimize göre Şems,Konya'ya gelir ve bir hana yerleşir:Bir gün o ruh dünyasının sultanı,hanın kapısına oturmuştu.Mevlânâ hazretleri-Allah onun sırrını kutsasın-''Penbefıruşân:Pmukçula''medresesinden çıktı.Rahvan bir katıra binmiş,bütün öğrenciler,danişmendler de iki tarafında yaya olarak oradan geçiyorlardı.Birden bire Şmseddin kalktı,Mevlânâ'nın önüne koştu,katırının gemini sımsıkı yakaladı ve:Ey dünya ve mana nakitlerinin sarrafı,Allah adlarının bilgini söyle:Muhammed hazretleri mi yoksa Bâyezid mi büyüktür?''dedi.Mevlânâ:Hayır,hayır,Muhammed Mustafa bütün peygamber ve velilerin başbuğu ve reisidir.Hakikatte büyüklük ve ululuk onundur''diye buyurdu.
Şems-i Tebrizî:O halde Hz.Mustafa:Ya Rabbi seni her türlü eksikten arı,duru kılarım;biz seni lâtık olduğu vechile bilemedik''buyurduğu halde Bâyezid:''Ben kendimi her türlü eksikten arı duru kılarım.Benim şanım nekadar büyüktür.Ben sulatnların sulatanıyım''diyor,dedi.
Yine aynı kaynakta anlatıldığına göre,Mevlânâ hemen katırından indi.Bu sorunun heybetinden bir kere bağırıp kendinden geçmiş ve yere yığılarak bir saat kadar öylece kalmıştı.Kendine geldikten sonra da,bu çetin soruya şu karşılığı vermiştir:
''Hz.Muhammed(s.a.v.),cihan varlıklarının en büyüğüdür,Bâyezid kim oluyoır?Bâyezid'in susluğu bir yudum su ile dinero da suya kandığından söz eder.Onun idrak hazinesi o kadar bir suyla dolar.Güneşin cihanı aydınlatan ışığı,onun evinin ufacık penceresinden ancak okadar girer.Ama Hz.Muhammed Mustafa'nın susuzluğu okadar derindir ki,şüphesiz hep susuzluğundan dem vurur.Her gün o susuzluğun daha da artması niyazında bulunur.Şu halde bu her iki davacıdan Muhammed Mustafa'nın davası daha büyüktür''
O müthiş soruya karşılık olarak verilen ve müthiş cevap karşında,şimdi de bir nârâ atarak yere düşme sırası Şems_i Tbrizî'dedir.İşte bu iki Allah dostu böylece karşılaşmışlar ve birbirlerini bütünleyen iki kişi haline,daha doğru bir ifadeyle,bu iki kişi bir bütün haline gelmişlerdir.
Şems-i Tebrizî ile Mevlânâ'nın karşılaşmaları,çoklarınca iki deryanın karşılaşması olarak nitelendirilmiştir.Gerçektende bu karşılaşmanın sonucu çok önemli olmuştur.Bu önem yalnızca Şems ve yalnızca Mvlânâ için değil,çift yönlü bir önemdir.
__________________________________________________________
Sn.Yüksel KANAR'ın hazırladığı MORPA Kültür Yayınları'nın yayımladığı Mevlânâ Celâleddin Rûmî Eserlerinden Seçmeler kitabından alıntıdır


21 Ekim 2007 Pazar

ESERLERİ


Hicri 7.Milâdi 13. yüzyılda,sûfiliğin altın çağını tamamlayan Mevlânâ Celalaeddin Rûmî,geniş bilgisinin yanında,ütün bir edebi kişiliğe sahiptir.Eserleri okuyanlarda büyük hayranlık uyandıracak kadar derin bir düşüncenin,üstün bir duyuşun ürünleridir.Başlıca eserleri şunlardır.

____________________________________________________________

1-Divan-ı Kebir:Mevlânâ bu eserinde,tam bir tasavvufi aşkla bağlandığı ve onunla özleştiği Şms'in adını mahlas olarak kullanmaktadır.Bunun için kitaba aynı zamanda Divan-ı Şems-i Tebrizi adı da verilir.Büyük bir coşkunluğun izlerini taşıyan bu eser,Abdülbaki Gölpınarlı tarafından dilimize çevrilmiştir.

____________________________________________________________

2-Mesnevî:Kuşkusuz Mevlânâ adınınakla ilk çağrıştırdığı eser,onun Mesnevi'sidir.Altı ciltlik bu eserin toplam beyit sayısı 25.000'e yaklaşırMesnevi'nin yazılma öyküsü olarak şu olay anlatılır:Mevlânâ'nın halifesi Hüsameddin Çelebi,Hakîm Senaî'nın Hdîkatü'l-Hakika2sını ve Früdüddin Attar2ın Mantuku't-Tayr2ını okumuş ve mevlânâ'dan da bunlara benzerbir eser yazması dileğinde bulunmuştur.İşte mesnevî,bu istek sonucunda yazulmaya başlanmıştır.MevlânÂ2nın diğer eserleri gibi Mesnevî'de kaynağını Kuran-ı Kerim ve Hz.Peygamber2in hadislerinden almaktadır.Ele aldığı konular,meseleleri,ayet ve hadislerin tanıklığıyla,gerçek ve hayali hikayeler anlatılarak kesin anlayacağıbilen bir havaya büründürür.Ele alınan probleblem nekadar grift olursa olsun,onun elinde büyük bir ustalıkla çözüme kavuşmuştur.Anlattığı hikaye içinde başka bir hikaye anlatılır ve sayfalar sonra yeniden ilk hikayeye dönüldüğü olur.Beyitler,onun elinde hikmey dolu birar özdeyiş niteliği kazanır.En önemli özellik olarak da,beyitlerdeki rahat söyleyiş tarzı hemen kendini belli etmektedir.Tasavvufun tüm incelijlerini içinde toplayan bu kitap,aynı zamanda günümüzde felsefî,sosyolojik,psikolojik ve sosyal konular olarak değerlendirilern bilgi dallarındaki çözümleride içinde taşımakta,hatta kapsamı tıp ve astronomiye kadar uzanmaktadır.Bu zengin ve hâkim içeriği ile eser,halk kitlelerini tatmin ettği kadar,değişik ilim dallarında derinleşmiş aydın kitleyide tatmin eden bir üstünlüğe ulaşır.Bütün bunlar dolayısıyla Mevlânâ haklı olarak,dünyanın sayılı düşünürleri yerini almış,hakkında Doğuda ve Batıda birçok eserler ve araştırmalar yayınlanmıştır.

_____________________________________________________________

3-Fîhi Mafih: Sistematik bir görünüme sahip olan bu eser,Mevlânâ2nın sohpetleri esnasında,onun konuşmalarının oğlu Sultan Veled veya müritlerinden biri tarafından derlenmiş şeklidir.61 bölümden oluşan bu eser,doğrudan doğruya ele alınan bu konuşarla,o toplantıda bulunan herhangi birisinin sorusuna verilmiş vecapları içerir.Bunun için eserin her bölümü değişik bir konuyu aydınlığa kavuşturur.Her bölüm diğerinden bağımsız olmala birlikte,Mevlânâ'nın genel olarak tasavvufî düşüncelerinin,görüşünü,kişiliğini,şiir anlayışını,zamanınbir çok dini,felsefi,ahlaki inançlarını,dünyanın ve insanlığın önemli olaylarını,çevresinin ve nihayet geniş çevresi üzerindeki etkisinin anlatması bakımından tam bir bütünlük gösterir.

_____________________________________________________________

4-Mektûbat:Mevlânâ'nın değişik kişilere yazfığı mektupların sonradan bir araya getirilmesinden oluşmuş bir eserdir.Üslûp açısından Fîhi Mafih'in hemen aynısı olan bu kitap Mevlânâ'nın içtenşiğini ve sorulan soruya cevap vermedeki ustalığını gösterir.

_____________________________________________________________

Mecalîs-i Seb'a:Mevlânâ'nın yedi vaazını içeren bu kitapda,sonradan derlenmiştir.Bu vaazların,vaaz esnasında tutulmuş notlarından oluşmaktadır.

_____________________________________________________________

6-Rubaîler:Divan-ı Kebir arasına serpiştirilmiş rubailerin bir araya getirilmiş şeklidir.

______________________________________________________________

Sn.Yüksel KANAR'ın hazırladığı MORPA Kültür Yayınları'nın yayımladığı Mevlânâ Celâleddin Rûmî Eserlerinden Seçmeler kitabından alıntıdır.

17 Ekim 2007 Çarşamba

MEVLÂNÂ'NIN DOĞUMU VE ÖĞRENİMİ


Kısaca Mevlana,diye tanınan ve asıl adı Muhammed olan Mevlana Celaleddin Rumi,30 Eylül 1207 (H.Rebiülevel 604)tarihinde Beleh'te doğmuştur.17 Aralık 1273(H.5 Cema-ziyalahir 672)tarihinde Konya'da vefat etmiştir.

Mevlana'nınbabasından söz ederken,onun ilim bakımından üstün,başka bir deyişle,başka bir değişle köklü bir ilim geleneğine sahip bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini görmüştük.Efkani'nin anlattığına göre Mevlana,daha beş yaşlarında iken çok kere yerinden sıçrar ve heyecan geçirirdi.O derece ki,Bhaddin Veled'in müritleri onu ortalarına almak zorunda kalırlar.Çünkü onun gözlerine gayb aleminden ruhani suretler ve gizli şekiller görünürdü.Sultanü'l Ulema:''Bu sana görünenler,gayb alemindendirler.Kendilerini sana gösteriyorlar.Amaçları seni Allahın lutuf ve inayetine mazhar etmektir.Onlar o alemden sana görünen ve görünmeyen hediyeler ve armağanlar getirmişlerdir''diye gönlünü alırdı.

Mevlana,babasıyla birlikte Konya'ya göçerken artık gördüklerini duyduklarını anlayacak bir yaşa gelmiş omalıydı.Çünkü bazan Semarkant'la ilgili anılarını anlatmaktadır.Ayrıca Devletşah ve Cami,göç sırasında Nişabur'da,büyük sufi Feridüddin Attar'ın,Bahaddin Veled'le görüştüğünü ve Mevlana'ya Esrarname adlı kitabının bir nüshasını verdiğini rivayet eder.Gerçekten de Mevlana'nın bu kitaptan sonraları faydalandığını,içindeki bazı hikayeleri Mesnevi'sine almış omasından anlıyoruz.

Yine kaynaklara göre Mevlana Larende'de(Malatya)Gevher Hatunla evlenmiştir.Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi bu hanımdan çocuklarıdır.

Mevlana öğrenimine daha Belh'teyken başlamış olmalıdır.Zaten çevresi bilginler ve sufilerle doluydu.Bu çevrede doğal olarak yetişiyordu.Ayrıca babası ona hareketleriyle,sözleriyle ve telkinleriyle çok şey öğretiyordu.

Babasının ölümünden sonra Mevlana,onun müritleri tarafından pir olarak tanınmıştı.Bir yıl sonra Tirmiz'li Seyyid Burhaneddin Muhakkik,Behaeddin Veled'in eski bir müridi olarak,onun Konya'da olduğunu öğrenmiş ve bu şehre gelmişti.Orda şeyhinin vefat ettiğini ve yerine Mevlana'nın bulunduğunu öğrenen Muhakkik,artık burada yerleşmiştir.Sultan Veled İbtida-Nme'de Muhakkik Tirmiz'in,Mevlana'ya şunları söylediği yazıyor:

''Bilgide eşin yok,seçkinsin.Ama baban hal sahibiydi;sen de onu ara,sözden geç.Onun sözlerini iki elinde kavramışsın,fakat benim gibi,onun haliyle de sarhoş ol.Böylece de ona tam mirasçı kesil,cihana ışık saçmada güneşe benze.Sen zahirden babanın mirascısısın,ama ben özü almışım;bu dosta bak, bana uy.Celaleddin,babasının mürüdinden bu sözleri duyunca can oldu da,artık bedenin çevresinde dönmeyi bıraktı''.

Böylece Mevlana dokuz yıla kadar Seyyid Burhaneddin'e hizmet etmiş,uymuştur.Yine onun tensibiyle Halep ve Şam2da ilim tahsil etmiş,bu iki şehirdeki bilgin ve sufilerle görüşüp konuşmuştur.Ayrıca Sipehsalar'ın anlattığına göre,bu şehy Mvlana'ya,babasının Maarifini bşn kere tekrarlanmıştır.

Sultan Veled,daha sonra Burhaneddin'in ölümünü anlatarak şöyle der:

''Derken ansızın Seyyid,yokluk dünyasından varlık sarayına göçtü.Celaleddin,onsız tek başına kaldı;gece-gündüz yüzünü Allah'a tutmadaydı.O hevesli uykudan,yiyip içmekten kesildi,araştırma bayrağını yüceltti.Gerçeklikle yanıp yanarak,feryat edip dertlere düşerek böylece beş yıl riyazat çekti.İleri gidenler de,geri kalanlar da ona mürid oldu,kul köle kesildi..Derken ansızın Şemseddin gelip ona ulaştı;nurunun ışığında dagölge,yok olup gitti''.







(Sn.Yüksel KANAR'ın MEVLANA CELALEDDİN RUMİ-ESERLERİNDEN SEÇMELER Kitabından)

11 Ekim 2007 Perşembe

MEVLANA'NIN YAŞADIĞI ÇAĞ


Mevlana'nın içinde yaşadığı 13. yüzyıl,Anadolu'nun için için yandığı,Moğol istilasının bütün Asaya kıtasını kasıp kavurduktan sonra bu bölgeye yöneldiği ve artık bu yüzyılın ortalarına doğru Selçulklu Devleti'nin yıkılmaya yüz tuttuğu bir çağdır.1220-1237 yılları arasında hüküm süren 1.Alaüddin Keykubat zamanıAnadılo'nun Moğol saldırısına karşı başta Konya,Kyseri ve Sivas olmak üzere,Şehirler tahkim edilmiş,muazzam surlar ve kaleler yapılmıştır.Aynı zamanda Moğol tehlikesini devrin hükümdarları arasında en iyi gören ve bunun için önlemler alan da bu sultandır.Celalüddin Harizmşah'la dostluk ve birlik içinde olmanın önemini kavrayarak,ona aynı din ve milletten olduklarını,bu istila karşısında islam dünyasının kaderinin bu iki sultanın siyaset ve davranışlarına bağlı olduğunu söyleyerek ona bu istilacılarla anlaşmayı tavsiye etti.Fakat Harizm sultanıMoğollar2dan önce bir tehlike yarattı.Bu nedenle iki Türk sultanı mukadder savaş çok şiddetli oldu.Sonuçta Harizmşah mütüş bir yenilgiye uğradı.

Başarıları birbiri ardına süren Keykübad'ın henüz genç yaşta,1237 yılındaki ölümüyle açılan boşluğu dolduracak bir sultanın olmayışı ve sonunda Moğol istilası Selçuklu Devleti'nin çöküşüne neden olmuştur.

Moğol istilasının yapmış olduğu yıkıntı okadar büyüktür ki,herbiri birer ilim ve kültür merkezi olan Belh,Merv,Serash,Herat,Hemedan,Isfahan,Meraga,Bağdat ve Musul gibi islam şehirleri yakılıp yıkıldı.Yüzbinleri,hatta milyonları bulan insanlar toptan katledildi.Bu tehlikenin öünden ancak kaçabilen kutulabilirdi.İşte çok sayıdaki Türkmen nüfus,bilgin ve filozof,bu tehlikenin önünden kaçarak Anadolu'ya yerleşmişti.Mevlana ise ,o zamanlar, henüz çocuk yaşta bulunuyordu.

Öte yandan,Alaüddin Keykubad'tan sonra doğan yönetim boşluğu,bir çok ayaklanmalara neden oluyordu.Göçebe nufusun acı ve ızdırabını sömürerek onları çevresinde toplayan ve isyan için kışkırtanlar çıktı.Sonunda Babailerin isyanı,Selçuklu Devleti'nin ne kadar zayıfladığını açıkça ortaya çıkarınca,bunu fırsat bilen Moğollar Anadolu'yu istilaya başladılar.1243'te Baycu Noyan komutasında 30.000 kişilik bir ordu,tabi devletlerin gönderdiği yardım kuvvetleriyle birlikte 80.000 kişilik Selçuklu ordusunu Kösedağ'da perişan edince,Moğollar önce Sivas'a,oradan da Kayseri'ye girdiler.Bu yenilgi Selçuklu'ların çöküşünün kesin işaretidir.Gerçi Muineddin Süleyman Pervane,Keyhüsrev'in öülümünden sonra IV.Kılıç Aslan ve III. Keyhüsrev adına devlet işlerini eline alarak 1261'den sonra,kısmende olsa bir istikrar dönemi başlattı.Moğollarla Selçuklu Devleti arasındaki ilşkileri büyük bir ustalıkla idare etti.Fakat onun öldürülmesinden sonra devler idaresi fiilen Moğollar'ın eline geçti.

İşte çok kısa ve ana çizgileriyle 13.yüzyılın siyasi durumu budur.Bir yandan Selçuklu Devleti çökerken,öte yandanda başka bir birliğin kurulması konusunda yol alınıyordu.Fakat yeni kurulacak bu birlikten henüz bir iz yoktu ortada.

Mevlana,I.Alaüddin Keykubat,IV.Kılıç Aslan ve III.Giyaseddin Keyhusrev ile bu son ikisinin dönemlerinin siyasi ve toplumsal çalkantılarını bizzat yaşamıştı.Muineddin Pervane ile yakın dostlukları olan Mevlana,ondan büyük bir saygı görür,onun evinde sema ayinleri yapardı.Hiç kuşkusuz Moğol saldırısına rağmen Pervane'nin 1277'de ölümüne kadar toplumsal,ekonomik ve kültürel bir sarsıntının olmayışı,devlet adamlarıyla,halkın manevi mimarları arasındaki derin saygı ve sevgi temellerinin bulunmasına bağlıdır.Mevlana ,ölümünden bir süre önce,dünya kafilesinin ''Ey tatmin edilmiş nefis!Sen O'ndan,O da senden razı olduğu halde Rabbine dön''ayetinin işaret ettiği şekilde hareket ederlerse selametten olacağını,bu ortadan kalktığı zaman ise,insanların nereye gideceklerini;sultanların,bilgi,kalem ve alem sahiplerinin nasıl yok olacaklarını anlatmıştı müritlerine.Gerçektende onun ölümünden sonra birçok büyük insan da birbiri arkasından bu dünyadan göç etmişler,Anadolu'da yetim ve devletsiz kalmıştır.



Sn.Yüksel Kanar'ın hazırladığı,MEVLANA CELALEDDİN RUMİ Eserlerinden Seçmeler isimli kitabından alınmıştır.
 
BLOGDA DÜZENLEMELERİ BANA AİT OLAN DEĞERLİ FOTOĞRAFLARIN ÇEKİMİ BANA AİT DEİLDİR.FOTOĞRAFLARDA EMEĞİ GEÇEN TÜM ARKADAŞLARA TEŞEKKÜR EDERİZ.